11.2.15

İtibarımız Göklerde


İTİBARIMIZ ARTIYOR !...


Uzun süredir sosyal medyada, siyasetçiler, meslek kuruluşları, üniversiteler ve kamuoyunun gündeminde olan ve daha uzun bir süre de tartışılmaya devam edeceği anlaşılan “itibar” konusunu ele almayı düşünüyordum; kısmet bugüneymiş.

Aslı Arapça olan ve Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Saygı görme, güvenilir olma durumu, "saygınlık.” şeklinde tanımlanan itibar sözcüğünün, kişiler ve toplumlar için ne derece önemli olduğu herkesin malumudur. Özellikle uluslar arası ilişkilerde ülkelerin itibarları büyük önem arz etmekte. Ülkelerin devlet adamları, siyasetçiler, tüm kurumlar ve bireyler, devletin uluslar arası düzeyde saygınlığının artması için büyük çabalar sarf etmek zorundadırlar. Çünkü itibarınız ne kadar yüksekse diğer ülkeler ve uluslar arası kuruluşlarca o ölçüde desteklenirsiniz. Saygınlığı olmayan, güvenilmeyen bir ülke, uluslar arası camiadan hiçbir destek görmeden kendi sorunlarıyla baş başa kalmaya ve giderek yok olmaya mahkumdur.

Ülkelerin itibarlarının artması için en belirgin hususlar şöylece özetlenebilir: Ekonomik büyüme, ortalama yaşam süresinin artması, kişi başına düşen yıllık gelirin yükselmesi, kişiler arasında dengeli gelir dağılımının sağlanması, hukukun üstünlüğü, insan hakları, demokrasi ve çağdaşlığa önem verilmesi, işsizliğin asgari düzeye indirgenmesi, toplumun yaşam kalitesinin artması, eğitim düzeyinin en üst düzeye çıkması, insanların can ve mal güvenliğinin sağlanması gibi faktörler ilk akla gelenler. Tabii bir ülkenin itibarının yükselmesinde o ülke insanlarınca gerçekleştirilen bilimsel ve teknolojik yenilikler, icatlar, sanatsal ve sportif etkinlikler ve bu alandaki uluslar arası başarılar da çok büyük katkıda bulunmakta. Dikkat ederseniz yukarıda saydıklarım arasında yüksek katlı binalar, saraylar, lüks ve gösterişli otomobiller bulunmamakta.

Başkent Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği arazisinde 2012 yılında inşasına başlanan Cumhurbaşkanlığı Sarayı ile ilgili tartışmalar hız kesmeden devam etmekte. “Ak Saray“ olarak da adlandırılan bu yapının 1 milyar 370 milyon TL.ye mal olacağı bizzat maliye bakanı tarafından açıklandı. Bu rakamın iki milyar TL.yi aşacağı tahmin edilmekte. Bizzat cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri, bu sarayın uluslar arası camiada ülkemizin itibarını arttıracağını, yeni Türkiye imajına katkı sağlayacağını her fırsatta dile getirmekte.

Saraylar, göğe erişen çok katlı, süslü ve gösterişli yapılar, lüks uçak ve otomobiller, bir ülkenin gelişmişlik düzeyinin göstergesi olamazlar. Gösterişin, şatafatın bir ülkeye itibar kazandırdığı nerede görülmüş? Şayet böyle olsaydı dünyanın en büyük alışveriş merkezleri, lüks oteller, plazalar ve gökyüzüne erişen çok yüksek binalara sahip olan Dubai de çok itibarlı bir yer olurdu.

Bir ülke düşünün: 2014 yılında asgari ücret 891 TL., nüfusun %10’undan fazlası açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veriyor, dış borç toplamı 401.7 milyar dolar, 2014 yılı sonunda emekli maaşlarına yapılan zam 24.80 TL., yılda ortalama 1200 işçi iş kazalarında can vermekte. ( birileri yerin altında, karanlık dehlizlerde üç kuruş ekmek parası uğruna kazma sallarken can veriyor, birileri de göğün doruklarına erişen lüks binalarda doymayan nefislerini köreltiyor.) Bir yanda aç karnını doyurmak için restorandaki müşterilerin artığı patatesleri çalan çocuklar dayak yerken, öte yanda birileri lüks teknelerinde, villalarında sultanlar gibi zevk ve safa sürüyor, semt pazarlarında genellikle akşam saatlerinde çöpe atılan yiyecekleri toplayan yoksul ve çaresiz insanlar, Taksim’de soğuk kış gününde otobüsün egzozuna sarılarak ısınmaya çalışan kızın görüntüleri, Ermenek’te can veren madenci babası Recep Amca’nın yırtık lastik ayakkabıları. Bunlar ekonomik sorunlara örnekler.


Örnekleri çoğaltmamız mümkün. Bu ülkede yılda ortalama 1500 kişi öldürülüyor. Her altı saatte bir cinayet işleniyor. Yılda 500 bini aşkın gasp ve hırsızlık olayı görülmekte. Her gün iletişim organlarında kadınlara yönelik şiddet, çocuk tacizleri, töre cinayetleri, çocuk yaşlarda evlilik haberleri eksik olmuyor. Bu ülke insanlarının çoğu gelecek endişesi içinde umutsuz, bezgin ve karamsar. Bununla bağlantılı olarak giderek artan kötü alışkanlıklar, uyuşturucu bağımlılığı, toplumsal yozlaşma … Sokaklarda, trafikte insanlar barut fıçısı gibi, dokunsan patlamaya hazır. Bu ülke yıllardır AB’ye girmek için çaba sarf etmekte. Letonya, Hırvatistan, Litvanya bile AB’ye kabul edilmiş, fakat henüz bu ülke için hiçbir umut ışığı görülmüyor. Ülkenin vatandaşlarına yurt dışı seyahatlerinde vize uygulamayan devlet yok denecek kadar az. Bu satırları kaleme alırken bir an için “ Acaba biraz abarttım mı, fazla karamsar mı düşünüyorum?” soruları aklıma geldi. Fakat yukarıdaki örnekler Türkiye’de herkesin bizzat yaşayıp şahit olduğu, hiçbir kuşkuya ve itiraza yol açmayacak somut gerçekler.

Bu satırları yazarken televizyondaki haber ve görüntüler yüreğimi sızlattı. Bir devlet hastanemizin çocuk servisinde bir küçük odada 6 hasta çocuk ve onların anneleri yerdeki yataklarda perişan bir halde sıkış tıkış yatıyorlar. Hastanelerimizin durumu içler acısı. Hasta yakınları perişan, doktorlar ve sağlık çalışanları çaresiz. Bizzat biz bu çileyi on gün kadar önce hasta dayımızı yatırdığımız hastanede yaşadık. Kartal Lütfi Kırdar hastanesine kaldırılan dayımıza acil serviste keşmekeş içinde gerekli tetkik ve tahliller yapıldıktan sonra hastanın yoğun bakıma alınması gerektiği, ancak hastanede yoğun bakım servisinde yer olmadığı için diğer hastaneleri araştırdıklarını söylediler. Anadolu yakasındaki hiçbir hastanede yer bulunmadığı için Avrupa yakasında Yenibosna’daki Safa hastanesinin yoğun bakım servisine hastayı götürmemiz gerektiğini belirttiler. Saatlerce ambulans bekledikten sonra nihayet gece yarısı hastamızı o hastaneye götürebildik. Ancak, maalesef dayımızı ertesi sabah kaybettik. Acaba 1000 odalı, gösterişli, şatafatlı saraylara milyon dolarlar harcamak yerine zavallı yoksul insanlarımızın hastaları için daha donanımlı, her türlü imkâna sahip hastaneler yapılsa daha iyi olmaz mı?

Çağımızda iletişim alanındaki gelişmeler, internet, sosyal medya sayesinde “uluslar arası itibar” kavramı büyük önem kazandı. Artık insanlar, gelişmiş iletişim araçları sayesinde dünyanın en ücra köşelerinde yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmeler, siyasi ve sosyal olaylar, sanatsal faaliyetler, çalışmalar hakkında anında bilgi sahibi olabiliyor. Bunun sonucunda da o ülkelerin itibarları, saygınlığı hakkında olumlu veya olumsuz kanaatler oluşuyor. Nitekim internette ve medyada izlediğimiz Fransa’daki saldırılar, Işid’in Irak ve Suriye’deki katliamları maalesef Müslüman ülkelerin ve Müslüman toplumların dünya çapında büyük bir itibar kaybına uğramalarına neden olmuştur.

Ülkemizde yaşanan gelişmeler de Dünya kamuoyu, basın ve yayın organlarınca dikkatle takip edilmekte ve değerlendirmeler, yorumlar yapılmakta. Dünyaca ünlü basın yayın organları, yeni cumhurbaşkanlığı sarayını, maliyetinin yüksekliği ve inşaat sürecindeki hukuksuzluklar nedeniyle eleştirerek bunların hepsinin tek bir adamın çok büyük ihtiraslarına hizmet etmek için yapıldığını ifade ediyorlar. Ak saray’ı , Amerikan başkanının Beyaz Sarayı, İngiltere kraliçesinin Buckingam Sarayı, Rusya başkanının Kremlin’i ve Fransız cumhurbaşkanının konutu ile kıyaslayıp bunların hepsinden büyük ve gösterişli olduğunu belirtiyorlar.

Kırk beş yılı aşkın bir süredir ülkemin gençlerinin eğitimi için çeşitli kademelerde hizmet veren, çaba sarf eden bir eğitimci olarak, tabii ki itibarımızın dünya çapında artmasını isterim. Bununla büyük mutluluk ve gurur duyarım. Ancak, yukarıda da belirttiğim gibi, gösterişli ve şaşaalı yapılarla bir ülkenin saygınlığının artacağına inanmıyorum. Geçmişten günümüze Türk milletinin tarihi, kültürel, sosyolojik gelişmelerini araştırıp bu konuda fikir sahibi olan herkesin bu konuda bana hak vereceğine inanıyorum.



Aziz Birinci


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder