26.12.12

Gülşahlar Ölmesin;Güllerimiz Solmasın



GÜLŞAHLAR ÖLMESİN ; GÜLLERİMİZ SOLMASIN…
Gülşah Aktürk…Van ilimizde öğretmenlik yapan,gencecik,hayat dolu,öğrencilerini mutlu bir geleceğe hazırlayan bir öğretmen kızımız. Gülşah öğretmen artık insanın içine işleyen o gülümseyişiyle çevresini aydınlatamayacak.Çünkü  o, insanlıktan nasibini almamış bir sapık tarafından vurularak öldürüldü.Haberi medyadan öğrendiğim an, çok etkilendim.Kırk yılı aşkın bir süre öğretmen olarak ülkemin insanlarına hizmet veren bir eğitimci  olarak karmaşık duygular yaşıyordum. Nasıl olur da tek amacı kendisine emanet edilen genç beyinlere sevgi ve mutluluk tohumları ekmeye,onları aydınlık yarınlara hazırlamaya çalışan bir genç kızın yaşamına son verilirdi? Bir türlü aklım,havsalam almıyor.
Zavallı Gülşah öğretmen,kendisini sürekli tehdit eden Hakan Başar adlı sabıkalı şahsın nasıl bir karakter sahibi olduğunu,kendisine hangi kötülükleri yapabileceğini biliyor ve ölümden kaçmaya,bu sapıktan kurtulmaya çalışıyor.Devletin yöneticilerinden yardım istiyor. Vali bey,onu yardımcısına havale ediyor. Vali yardımcısının, Gülşah öğretmenin sorununa yaklaşımı çok korkunç,hattâ dehşet verici : “ Yanlış arkadaş seçiyorsunuz, böyle abuk sabuk insanlarla arkadaşlık yapan kızlarımızda da hata var. Yanında biber gazı taşı. Yapacak bir şey yok. Hiç olmadı istifa edebilirsin.Ölüm hak,ondan kaçış yok. En kötü ihtimalle ölürsün.” diyor. Yöneticilerden beklediği ilgi ve yardımı göremeyen genç öğretmen,çaresiz kalıp rapor alıyor ve Konya’daki anne babasının evine dönüyor;ancak kendisini takip eden Hakan adlı kişi tarafından vurularak öldürülüyor.
Bu nasıl bir kafa yapısı,bu nasıl bir ruh halidir? 21. yüzyılda hâlâ “Ya benim olursun,ya kara toprağın”,”Bana yar olmayanı kimseye yâr etmem” anlayışı mı sürmekte?
           Yüce dinimiz İslâm,toplumsal ve bireysel ilişkilerde karşılıklı sevgi,saygı,hoşgörü,merhamet gibi erdemleri ön planda tutmuş,saldırganlığı,azgınlık ve fenalığı yasaklamıştır. Öldürmeyi değil yaşatmayı,insanların bu dünyada ve ahirette huzur ve mutluluğunu amaçlayan dinimiz, savaş ortamında bile kadınların,çocukların,yaşlıların öldürülmemesini ve onlara karşı şiddet uygulanmamasını emretmiştir. Hal böyle iken kadın,çocuk,yaşlı demeden masum insanlara zarar veren,canına kastedenlere insan denebilir mi? İnsanlıktan nasibini almamış bu yaratıkları hangi sözcüklerle nitelendireceğimi bilemiyorum.
Gülşah öğretmenin acı ölümü,bu tür korkunç olayların ne ilki,ne de sonu olacaktır. Nitekim gün geçmiyor ki toplumumuzda kadınlara,genç kızlarımıza,çocuklara karşı bir şiddet haberi yer almasın. Kısa bir süre önce,bir bayan milletvekilinin ,kocasından gördüğü şiddet yüzünden ne hallere düştüğünü  medyada izledik. Devlet,bir milletvekilini dahi magandalardan koruyamıyorsa artık yapılacak bir şey kalmadı demektir. Töre indirimleriyle cinayetleri kutsayan bir hukuk anlayışı ve aile arasına girilmez düşüncesiyle aile bireylerine şiddet uygulayan adama göz yuman sözde gelenek ve görenekler günümüz toplumunu bu hallere düşüren etkenlerden bazıları değil mi?
Ben, bu olaydan sonra toplumun her kesiminden,her meslekten,tüm eğitim camiasından,kadın derneklerinden,meslek kuruluşlarından tepkiler,toplantı ve gösteriler yapılmasını beklerdim. Şurası çok iyi bilinmelidir ki,toplumdaki dürüst,duyarlı insanlar,bu gibi sapık ruhlu kişilere karşı tavır almadıkça,seslerini yükseltip onları yaptıklarına pişman etmedikçe bu tür yaratıklar daha da cesaretlenip topluma zarar vermeye,masum insanları öldürmeye devam edeceklerdir. Aslında çok vahim,toplumu derinden yaralayan bu insanlık dışı olaylar,kısa bir süre gündemde kalıp birkaç köşe yazarınca üzerinde yorum yapıldıktan sonra unutulmakta,insanımız sanki hiçbir şey olmamış gibi günlük yaşamını sürdürmekte. Tabii bunun çok doğal sonucu olarak da ülkemiz,kadın-erkek eşitliği sıralamasında dünya 124.lüğüne, insani gelişme endeksinde ise 94. sıraya gerilemekte.
Hayatının baharında,henüz umutları yeşermeden vahşice öldürülen Gülşah öğretmenin arkasından,eğitimcisinden hukukçusuna,bakanından valisine bu toplumun tüm aydınları  olarak, acaba biz nerede yanlış yaptık? diyerek kendimizi sorgulamalı ve bundan sonra bu tür insanlık dışı olayları yaşamamak için neler yapabileceğimizi düşünmeliyiz. İnsana,kadına gerçek değerini veren bir toplum düzeyine eriştiğimiz zaman belki Gülşah öğretmen , mezarında daha rahat uyuyacaktır.
                                                                          Dr.Aziz  Birinci

Baltalar elimizde


BALTALAR ELİMİZDE ; SİLAHLAR BELİMİZDE…

Bizim kültürümüzde silahın önemli bir yeri ve anlamı vardır.Erkek egemen bir toplum olarak bizde silah tutkusu,erkek kimliğinin güç göstergesi olarak geçmişten günümüze dek artarak devam etmekte.Benim ülkemde silah,mertlikle,delikanlılıkla özdeştir.Doğumundan itibaren tüm erkek çocuklarına yaş günü,sünnet,bayram vb. özel günlerde oyuncak silah hediye etmek geleneğimizde vardır.Çocuk,onunla oynayan arkadaşlarına ateş edip onları öldürür ve gururla objektiflere poz verir.Çevresindekiler onu büyük bir hayranlıkla alkışlarlar.Toplumumuzda çocuk yaşlarda başlayan silah kullanma tutkusu giderek yaygınlaşmakta.Birkaç yıl önce ünlü bir silah firması dönemin başbakanına hayli pahalı bir silah hediye etmiş,başbakan da bu değerli hediyeyi gururla ve memnuniyetle kabul etmişti.Silah koleksiyonu yapan,çevresindekilere sedef kakmalı tabancalar hediye eden büyüklerimizle gurur duyarız biz.

Ülkemizde ciddi bir bireysel silahlanma var. Yapılan istatistikler,ülkemizde 2001 yılından 2011 yılına dek silahlı şiddet olaylarında %83 artış olduğunu göstermekte. Her 100 kişiden 12 sinde silah var ve yılda 4500 kişi ateşli silahlarla ölüyor.2011 yılında 78 ülke arasında Türkiye bireysel silahlanma konusunda 14. sırada.(Biraz daha çaba gösterirsek dünya birincisi olabiliriz.!!!)     Silah kullanıcıları çoğunlukla erkek ve silah tutkusu,erkek kimliğinin güç göstergesi olarak günümüze dek gelmekte.Anlaşmazlıklarda bir çözüm aracı olarak görülen silah,çoğunlukla savunma amacıyla değil,öldürme amacıyla kullanılmaktadır. 

Biz  mutluluğumuzu,zafer coşkumuzu havaya silah sıkarak gösteririz.Buna kadınlar ve çocuklar da dahildir.Düğünlerde,asker uğurlamada,takımımız galip geldiğinde,bayramlarda velhasıl her fırsatta silaha sarılıp rastgele ateş ederiz. Düğünlerde genç evliler dünya evine girmenin mutluluk ve coşkusunu yaşarken,bu coşkunun doğal sonucu olarak açılan ateş sonucunda bazıları da dünya evini terk etmenin bahtsızlığını yaşarlar.

Gün geçmiyor ki maganda kurşunu ile öldürülen masum insanların haberi ile karşılaşmayalım.Nitekim,medyadan öğrendiğimde beni çok derinden etkileyen ve bir baba olarak çok duygulandıran zavallı Umut’un hazin ölümü gibi. Geçtiğimiz Ağustos ayında,İzmir’in Karabağlar ilçesinde, 6 yaşındaki Umut Ceylan,okula kayıt yaptırdığı gün,annesi ve ablasıyla parkta oynarken kimliği belirlenemeyen bir magandanın silahından çıkan kurşunla  yaşama veda etti.Bu nasıl bir canavarlıktır? Bu nasıl bir ruh halidir ki henüz hayatının baharında körpe yavrulara kıyabiliyor? İnsanın beyni uyuşuyor,kalbi daralıyor ve Umutlarımız giderek tükeniyor.Parkta oynayan çocukları ateşli silahlarla öldürenler,düğünlerde coşup çevresine rastgele ateş edenler,takımının galibiyetini kutlamak için yoldan gelip geçeni vuranlar uzaydan dünyamıza ışınlanmış birtakım vahşi yaratıklar değil,içimizde yaşayan insan kılıklı yaratıklar.Her an birimiz bunların kurbanı olabiliriz.Bu durum devam eder ve önlem alınmazsa belki bir gün gelecek,sokağa çıkarken çelik yelek giyip başımıza kask takacağız.

Ülkemizde yaşanan hızlı toplumsal değişim,aile içi ilişkileri de zayıflatmış,ailede sevgi-saygı ortamından yoksun yetişen çocukların şiddete yönelmeleri kaçınılmaz olmuştur.Gelişme çağındaki çocuklarda henüz iyiyi- kötüyü , doğruyu-yanlışı ayırt etme bilinci yeterince oluşmadığı için çocuklar,bazı televizyon programları ve dizilerde izledikleri davranışları sorgulamadan,düşünmeden çevresine yansıtmakta,dizi kahramanlarını kendilerine rol model olarak almakta ve şiddete yönelmektedirler. Kurtlar Vadisi ve benzeri dizilerin,çocuklarda ve gençlerde çeteleşmeyi,silah tutkunluğunu ve şiddeti özendirdiği bilimsel araştırmalarla kanıtlandığı halde bu tür programların yayınının devam etmesi toplumumuzun geleceği açısından endişe vericidir.

Geçenlerde medyamızda yer alan bir haber konumuzla çok yakından ilgili olduğu için burada bu haberden söz etmek istiyorum: ”Adalet bakanlığı hakim ve savcılara %50 indirimli silah temini için firmalarla anlaştı.” Haberin devamında, kampanya süresince toplam sayıları 12 bin civarında olan hakim ve savcıdan 10 bine yakınının tabanca almak için başvurduğu belirtilmiş. Bu haber üzerine,Trabzon’un bir ilçesinde görev yapan bir cumhuriyet savcısı, twitterdan meslekdaşlarıyla duygularını şöyle paylaşmış: ”Kampanyaya katılan tüm arkadaşlarımın,bu silahları iyi günlerde (düğün,bayram,seyran vb.) kullanmalarını dilerim.”

Bu sözleri gazetede okuyunca dehşete düştüm. Devletin,ülkede hukuk nizamını koruması için yetiştirip görevlendirdiği insanlar,ucuz temin ettikleri silahları düğün ve bayramlarda,keyifli günlerde gelişigüzel kullanmayı düşünüyorlar. Eeee pes doğrusu.
Günümüzde ülkemizin en önemli sosyal sorunlarından birinin,insanın yaşam hakkını tehdit eden bireysel silahlanma  olduğunu görüp,bilinçli ve çağdaş düşünen tüm bireylerin buna karşı çıkması gerekir. Toplumsal ve bireysel ilişkilerde sorunların çözümü için akıl ve mantık yerine fiziksel güç ve silah kullanılması bir zayıflık,güçsüzlük ve hatta ahlâksızlık olarak değerlendirilmelidir. İnsanlarımız ancak bu bilinç düzeyine eriştikleri zaman toplumsal şiddetin azalacağına,karşılıklı saygı ve sevgiye dayalı daha huzurlu, mutlu ve uygar bir geleceğe erişeceğimize inanmak istiyorum.                                                                                          


Dr.Aziz Birinci    

15.8.12

Eski Bayramlar


NEREDE O ESKİ  BAYRAMLAR
 
Mübarek Ramazanın son günlerindeyiz.Bayrama kavuşmanın coşkusu ve mutluluğu şimdiden gönüllerimizi kuşatmış durumda.Ancak,Birinci ailesi olarak bu bayramı buruk bir mutlulukla karşılıyoruz.Canımızdan çok sevdiğimiz annemizin hastalığı,yatağında melekler gibi mışıl mışıl uyuması hepimizi çok hüzünlendiriyor. Tüm yaşamını evinin düzeni , çocuklarının huzur ve mutluluğu için,hayatın zorluklarıyla mücadele ederek geçirmiş anacığımızın bu bitkin ve hareketsiz hali hepimizi derinden etkiliyor. Onun bizim için yaptıkları,gece gündüz evde ,bahçede ,pazarda olanca gücüyle koşuşturmaları, onca işinin arasında aile bütçemize katkı amacıyla mahalledeki komşularımıza diktiği giysiler ve daha pek çoğu gözlerimizin önünden bir film şeridi gibi geçiyor. “Hayatı dolu dolu yaşamak” bu olsa gerek.Günümüzün ,adı anne olan fakat annelik vasıflarının zerresi bulunmayan,sadece biyolojik anne olan bazı kadınlarını düşünüyorum da annemi daha çok yüceltiyorum.Annemizin,çok titiz ve sert tabiatlı bir kişi olarak tanıdığımız babamıza yaptığı hizmetleri,onun biz çocuklarıyla arasında yaşanabilecek anlaşmazlıkları önleme konusundaki çabalarını da burada zikretmeden geçemeyeceğim.
    87 yıl boyunca eşine , ailesine ve çocuklarına üstün bir gayretle hizmet eden,gereken şefkat ve ihtimamı gösteren anacığımızın,hiç değilse biraz daha canlanıp bizimle sohbet etmesini canı gönülden diliyor ve onun için yüce Allahımıza dua ediyoruz. İnşallah bu bayramda da onun ellerini ve yanaklarını öpme mutluluğunu yaşarız.
   Her zaman ,herkese karşı iyi niyetli,sevecen ve yüreği sevgi dolu anneciğimizin hakkını ne yapsak ödeyemeyiz.Herhalde biz de evlatlarımıza,annemizi örnek alarak,onun bize davrandığı gibi davranarak ona layık olabilir,onu mutlu edebiliriz.
   Bizim çocukluğumuzdaki bayramlar bugünkünden çok farklıydı. Ailece pek varlıklı değildik,babamın iğne ucuyla güçlükle kazandığı para kalabalık ailemizin ihtiyaçlarını karşılamakta çoğu kez yetersiz kalıyordu.Bu durumda annemizin idareci niteliği ön plana çıkıyor ve imkansızlıklardan imkan yaratarak bizi rahatlatıyordu.Tüm bu yoksunluklara rağmen biz mutlu bir yaşam sürüyorduk.Annemizin bayram için bize diktiği,ütüleyip hazırladığı giysilerle bayram sabahı neşeli bir kahvaltı sonrası,büyükten küçüğe anne ve babamızın önünde sıra olup onların ellerini öpme töreni yapardık. Rahmetli babam,bu konuda çok duyarlıydı. Bayram gelmeden “Bu bayram acaba nereye tatile çıksak?” gibi bir düşüncemiz olmazdı.Zaten bu,bizim için bir hayalden öte gidemezdi.Evimizdeki bayramlaşma sonrası mahalleye dağılır,komşularımızın kapısını çalıp onlarla bayramlaşır ve mendil,şeker,bazen birkaç kuruş harçlıktan oluşan hediyelerimizi alırdık.Sonra atlı karınca,çeşitli oyunlar vb.Şimdi o mutluluk ve coşku dolu günleri anlatmaya kalksam sayfalar sürer.O günleri ancak yaşayanlar bilir.
       Günümüzde bayramlar,insanlardan uzak herhangi bir tatil beldesine kaçıp orada vakit geçirmek olarak algılanıyor. Hele bayram,hafta arası üç güne denk geliyorsa,diğer iki günün de tatil yapılarak bayram tatilinin uzatılması ihtimali insanları daha da mutlu ediyor.Halbuki bayramlar,dostluk ve kardeşlik duygularının paylaşıldığı,insanların dargınlıklara,kırgınlıklara son verip birbiriyle kucaklaştıkları çok özel ve güzel günlerdir. Sadece sevinçlerin değil,sıkıntıların,yokluk ve yoksullukların da paylaşılıp,hasta ve dertlilerin dertlerine ortak olunduğu,ihtiyaçlarının giderilmeye çalışıldığı günlerdir bayramlar. Kimsesiz çocukların hatırlandığı,hiçbir ziyaretçisi olmayan yaşlıların kapısının çalınıp gönüllerinin hoş edildiği bayram günlerinin,toplum dayanışmasında ,millet olma,ortak duyguları paylaşmada çok önemli yeri olduğu inkâr edilemez.
      Ramazan ayı boyunca gece yarısı sahurda bizi davul çalıp ilahiler söyleyerek uyandıran davulcu amcamız,bayram günlerinde kapı kapı dolaşıp bahşiş toplarken ben ve benim gibi birkaç arkadaşım,davulun coşkulu nağmeleri eşliğinde göbek atarak mahalleyi dolaşırdık. Beni güler yüzle izleyen annem,”Oğlum,seni davulcuya çırak vereceğim.” diye espri yapardı.
      Günümüzde ise bayramda çoğu insan tatile çıkmış, kapılar kapalı,kapıyı çalan davulcu ve çocuklar azarlanıp geri çevriliyor.Onlardan bir güler yüz,birkaç kuruş bahşiş esirgeniyor. Kalın ve yüksek duvarlarla çevrelerinden soyutlanmış sitelere girebilmek ne mümkün.Güvenlik görevlilerine ve kapıcılara,evlere kimseyi almamaları tembihleniyor. Kendi gereksiz ihtiyaçları için sınırsız harcamalarda hiçbir sakınca görmeyen günümüz insanı,bayram kutlaması için kapısına gelen yavrucaklara birkaç kuruş veya şeker vb. şeyleri vermekten kaçınıyor.Halbuki,o çocukların başını okşayıp birkaç güzel sözle onları mutlu etse,küçük harçlıkla sevindirse, onların saf ve masum bakışlarındaki sevinci,mutluluğu görüp onlar da mutlu olurlar.
     Hepimiz,insanların bencilleştiğini,geçmişleriyle,kültürleriyle,gelenekleriyle bağlarını kopardıklarını söyleyip şikayet ediyoruz. Acaba kendimizin de giderek bu ortama uyup değiştiğimizin, bazı değerlerimizi giderek yitirdiğimizin farkına varıyor muyuz? Değişen hayat ve çalışma şartları,bilimsel ve teknolojik gelişmeler bizi ister istemez böyle bir yaşama yönlendiriyor,diye düşünüyorum.Ama,ne yapalım,hayal bile olsa,artık o günleri yaşayamayacağımızı bilsek de insan o günleri hatırlayıp mutlu oluyor, “Keşke günümüzde de o günleri yaşayabilsek!” diye içinden geçiriyor.Hani demiş ya şair : “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer…”
   Bu vesile ile herkese sağlık,huzur ve mutluluk dolu nice bayramlar diliyorum.



Dr Aziz Birinci