SURİYE DRAMI
İki yılı aşkın bir süredir komşumuz Suriye’de
iç karışıklık ve çatışmalar sürüyor.Buna savaş demeye dilim varmıyor. Savaşlar
genellikle düzenli ordular arasında olur. Burada ise ordular arasında bir savaş
söz konusu değil. İktidarı ellerinde bulunduran Beşar Esad yanlıları ile
muhalifler kendi yurtlarında kendi kardeşleri ile çatışıyorlar. Rusya ve İran,
Esad yanlılarını destekleyip onlara silah yardımı yaparken,öte yanda ABD ,
Fransa,İngiltere ise muhaliflerin yanında yer alıyorlar. Şu bir gerçek ki
ortada beynelmilel emperyalist güçlerin çıkar çatışması var.Geçtiğimiz yıllarda
Irak’ta ve Mısır’da Batılı sömürgeci devletler ve ABD’nin ortak çabalarıyla
iktidarlar devrilmiş,pek çok insan canlarını kaybetmiş,atılan bombalarla
şehirler harabeye dönmüştü. Bu ülkelerde değişen ne oldu? Halk huzura ve
özgürlüğe kavuştu mu? Kesinlikle hayır. Yine karışıklık,yine çatışmalar,yine
parçalanıp yok olan insanlar.
Suriye’de insanlar tanklarla,uçaklardan atılan
bombalarla,en modern silahlarla vahşice öldürülüyor. Şu ana kadar devam eden
şiddet olaylarında ölenlerin sayısı 30 bini aşmış. Yangın,bir ülkeyi tamamen
sarıyor,alevler her yanı kuşatıyor ve tüm insanlık,bu korkunç tablo karşısında
aciz kalıyor.Demokrasi ve insan hakları Suriye’de ayaklar altına alınıyor. Göstermelik
bazı barış çabaları da sonuç olumlu sonuç vermiyor.
Bir an için geçmişe dönüp,okullarda derslerde
bize öğretilenleri hatırlıyorum. Birleşmiş Milletler teşkilatı,tüm dünyada
milletler arasındaki anlaşmazlıkları sona erdiren,uluslar arası barışı sağlayan,insan
haklarını her bağlamda koruyan bir kuruluş olarak bize tanıtılmıştı. Son
yıllarda dünyada ve Suriye’de yaşananları gördükten sonra bize öğretilenlerin
hepsinin yalan olduğunu bizzat yaşayarak anlıyorum.Suriye’de Birleşmiş
Milletler ilkeleri ve uluslar arası yasalar hiçe sayılıyor.
Gün geçmiyor ki medyada Suriye’de yaşanan
dramla ilgili görüntülerle karşılaşmayalım.Yakılıp yıkılan evlerinin enkazı
arasında gözleri yaşlı,çaresiz biçimde yakınlarını arayanlar, yerde cansız
yatan yavrusuna sarılıp ağlayan ana babalar,çukurlara atılmış cesetler,yıkılan
yuvalar.Suriye ordusuna bağlı uçakların Halep Üniversitesine düzenlediği
bombalı saldırıda,aralarında kadınların da bulunduğu 65 kişi yaşamını
yitiriyor.200’e yakın kişi de yaralanıyor.Bir ilim yuvasında,okumaktan başka
hiçbir amaçları olmayan gencecik insanlar hunharca katlediliyor. Halep’te 82
kişi, elleri arkadan bağlanarak idam edilip ırmağa atılıyor. Örnekleri
çoğaltmak mümkün. Her gün bu olaylara yenileri ekleniyor.
Suriye’de yaşanan olayların hepsi içler
acısı,hepsi beni çok derinden etkiliyor;ancak oradaki çocukların dramı
dayanılacak gibi değil.Resmi kaynaklardan alınan bilgilere göre,olayların
başladığı 18 Mart 2011 tarihinden bu yana yaşanan çatışmalarda 4360 çocuk
öldürüldü.Çocuklar silah altına alınıp göz göre göre ölüme gönderiliyor,canlı
kalkan olarak kullanılıyor,cinsel taciz ve işkenceye maruz bırakılıyor.Modern
silahların hedefindeki zavallı çocukların,kadınların,yaşlıların günahı ne?
Çocukların yüzlerindeki korku ve dehşeti görmek,insanın yüreğini parçalıyor. Halbuki
onlar saf,onlar masum,onlar savaşın vahşetinden habersiz…Onlar
aç,susuz,çıplak,çaresiz bir biçimde ağlaşırken, bazı egemen devletler
Ortadoğu’da oluşturdukları kurtlar sofrasından ne kadar pay koparabileceklerini
hesaplıyorlar.
Bu satırları kaleme alırken büyük usta Nazım
Hikmet’in,Hiroşima’ya atılan atom bombası ile ilgili dizeleri hatırıma geliyor.
Bugün yaşananlarla ne kadar benzeşiyor değil mi?
Saçlarım
tutuştu önce,
Gözlerim
yandı,kavruldu,
Bir avuç kül
oluverdim,
Külüm havaya
savruldu,
Benim sizden
kendim için
Hiçbir şey
istediğim yok,
Şeker bile
yiyemez ki
Kağıt gibi
yanan çocuk.
Çalıyorum
kapınızı,
Teyze,amca
bir imza ver,
Çocuklar
öldürülmesin,
Şeker de
yiyebilsinler…
Suriye’deki
çatışmalar nedeniyle ülkelerinden kaçan insanlar komşu ülkelere sığınıyorlar.Son
verilere göre bu mültecilerin sayısı 500 bini aştı. Türkiye’ye sığınanlar ise
200 bin civarında. Can korkusuyla yuvalarını,kıymetli eşyalarını terk
edip,yanlarına aldıkları birkaç giysi ve yiyecekleriyle ülkemize sığınan bu
insanların günahı ne? Havaların soğumasıyla barındıkları çadırlarda çok zor
şartlarda yaşam mücadelesi veren,kadın,erkek,yaşlı,çocuk bu insanlar açlık ve
bulaşıcı hastalık tehlikesiyle karşı karşıya.Çocuklar, kuyruklarda titreşerek
bir kap yemek için saatlerce bekleşiyorlar…
Siz hiç çadırda
yaşadınız mı? Çadır yaşamının zorluklarını bilir misiniz? Ben yaşadım.Henüz
çocuktum.Karabük Yeşil Mahalle’de bahçe içinde bir evimiz vardı. Bir gün,aniden
heyelan oldu. Evimizin önünden itibaren toprak kitlesi çok aşağıdaki dereye
doğru kayarak bazı binaların yıkılmasına neden oldu.Hepimiz korku
içindeydik.Bizim ev de her an bu afetten etkilenebilir,hepimizin yaşamı
tehlikeye düşebilirdi.Kaymakamlık ve belediye yetkilileri, mahalle sakinleri
olarak bizi Dereevler mahallesinde Kızılay tarafından kurulan çadırlara
naklettiler.Biz,on kişilik aile,bize tahsis edilen iki çadıra taşıdığımız
birkaç zorunlu eşyalarımızla yaşamaya (buna yaşam denirse) başladık.Geceleri
yerde yatıyor,soğuktan üşüyorduk.Şartlar çok kötüydü ve her an bir bulaşıcı
hastalığa yakalanabilirdik.Bu konuda fazla ayrıntıya girip sözü
uzatmayacağım.Siz neler yaşadığımızı tahmin edersiniz sanırım.O kabus gibi
günleri hatırladıkça içim ürperiyor ve şu andaki halimize şükrediyorum.Tehlike
geçince tekrar evlerimize yerleştik.
Çadır yaşamını
bizzat yaşamış bir kişi olarak Suriyeli mültecileri daha iyi anlıyorum.Onların
yüzlerindeki çaresizliği,umutsuzluğu daha iyi okuyabiliyorum ve bazı
kesimlerin,bu çaresiz insanlarla ilgili düşünce ve eleştirilerine çok
üzülüyorum.Lütfen biraz empati kuralım.Yani kendimizi onların yerine koyalım.Allah
korusun,ülkemizde çatışmalar çıkmış,evlerimiz barklarımız bombalanıp harap
edilmiş.Yakınlarımızdan bazılarını kaybetmişiz.Ölüm korkusu içinde en yakın
ülkeye sığınmışız.Oradaki insanlar,yetkililer bize sırtlarını dönseler,bizi
kaderimizle baş başa bıraksalar ne düşünürüz? Lütfen,biraz gerçekçi olalım,”Düşmez
kalkmaz bir Allah”diye bir atasözümüz vardır. İnşallah Allah,bize Suriyeli
kardeşlerimizin yaşadıkları sıkıntıları yaşatmaz.Ha,onlar hata yapmaz
mı,onların içinde kendilerine yapılan yardımları satıp çıkar sağlayan insanlar
yok mudur? Tabii ki olabilir. Onların da kusurları,bencillikleri olabilir,ancak
umutlarını büyük ölçüde yitirmiş bu insanların içinde bulundukları ruh
hallerini çok iyi değerlendirip onları kaderleriyle baş başa bırakmamalıyız . En
önemlisi,çocukların,yaşlıların,hastaların hatırı için onlara sırtımızı
dönmemeliyiz.İçinde bulundukları şartları düşünüp onlara yardım elimizi
uzatmalıyız.İnsan onurunu ve insan yaşamını korumak zorundayız.
Ünlü İngiliz şairi
John Donne,bir şiirinde ne güzel ifade etmiş:
Hiç kimse ıssız bir ada
Kendi başına bir bütün değildir.
Her insan ,kıtanın bir parçası,
Gövdenin bir bölümüdür.
Bir toprak parçasını alıp götürse deniz,
Küçülür Avrupa…
…………
Her insanın ölümüyle eksilirim ben,
Çünkü ben bir parçasıyım insanlığın;
Öyleyse asla sorma
“Çanlar kimin için çalıyor?” diye.
Çanlar senin için çalıyor.
İnsanların,kendilerini
çevrelerinden soyutlayıp tek başlarına yaşamaları,çevrelerinde gelişen olaylara
karşı duyarsız kalmaları düşünülemez.Sadece kendilerini
düşünen,bencil,çevresine,toplumsal olaylara duyarsız insanların çoğunlukta
olduğu toplumlar,manen yıkılmaya mahkumdur.Biz,şayet çevremizde yaşanan haksızlıklara,
zulümlere aldırmayıp,”Bana dokunmayan yılan,bin yaşasın.” mantığıyla hareket
ederek ,tepkisiz,umursamaz kişiler olursak,bir gün sıra bize de gelecektir.İşte
o zaman,feryatlarımızı kimse duymayacak,yardımımıza kimse gelmeyecektir.
Ben bir
siyasetbilimci değilim.Ülkeler arasındaki çıkar çatışmaları,Suriye’deki
gelişmelerin perde arkasında neler olduğu konularında yorum yapma ehliyet ve
deneyimine de sahip değilim.Ancak ,ben her şeyden önce bir insanım,bir babayım.
Suriye’de insanlık onuru ayaklar altına alınırken,genç-yaşlı,çocuk,kadın günde
ortalama 100 kişi hunharca öldürülürken ben, bir insan olarak bunlara karşı
nasıl duyarsız kalabilirim?
Kendini savunma imkanı olmayan zavallılara
karşı bu saldırılar daha ne kadar sürecek? İnanıyorum ki,Suriye’de
yaşananlar,insanlık tarihine bir kara leke olarak kaydedilecektir.
Dünyanın neresinde
olursa olsun,ister Arap,ister Kürt,ister sünnî,ister Alevî,etnik kökeni,inancı
ne olursa olsun tüm insanlar özgür biçimde,mutlu ve huzurlu yaşama hakkına
sahip olmalıdır.İnsan yaşamını ve insan onurunu korumak,insanlığa karşı işlenen
tüm suçlara karşı durmak,haksızlıkları,ölümleri engellemek uygar insanların en
önemli görevi olmalıdır. Toplumsal dayanışma sayesinde pek çok sorun
çözülebilir ve insanlar, daha huzurlu ve yaşanabilir bir dünyayı kendi
elleriyle kurarlar.
Not: Bu yazımın biraz iç karartıcı ve çok
duygu yüklü olduğunun farkındayım:ancak siz de takdir edersiniz ki
yazdıklarım,buzdağının sadece görünen kısmı. Orada yaşanan acılar ve gerçek,bu
yazdıklarımdan çok daha çarpıcı. Bu yüzden,bu konudaki hassasiyetimi lütfen
mazur görünüz. Aziz BİRİNCİ



