27.1.13

YALAN VE YALANCILIK ÜZERİNE…

              İnsanoğlu yaratıldığından bu yana ,doğası gereği yaşamının her evresinde yalana başvurmuştur. Hazreti Âdem’den bu yana yalan,insanların yaşamında var olmuş ve bundan böyle de var olacaktır. 

              İnsanlar,yaşamları boyunca yapmış oldukları hataları,işledikleri suçları bir türlü kabullenemeyip, bu davranışlarından dolayı özür dilemek yerine  kendilerini mazur göstermek için birtakım yalanlar uydurma yolunu seçiyorlar.Kendi kusurlarını görmek istemeyen,kendini olduğundan farklı ,olmayı hayal ettiği şekilde göstermek isteyen bu kişiler,belki söyledikleri yalanlarla karşılarındakileri kandırıp işin içinden sıyrılmayı başarabiliyorlar ancak,vicdanlarıyla baş başa kaldıklarında huzur içinde,gönül rahatlığıyla yastığa baş koyabiliyorlar mı?

              Çocukluğumuzda okuduğumuz masal kahramanlarından Pinokyo’nun, her yalan söylediğinde burnunun uzaması,her ne kadar bizde “Yalancılık kötüdür” imajını yaratsa da maalesef çocukların yalan söyleme alışkanlığının önüne geçememiştir.Çünkü yalan söylemenin ,insanın doğasında var olan ve önüne geçilemeyecek bir olgu olduğunu düşünüyorum. Masaldaki hayali yaratık Pinokyo’nun başına gelenler günümüzde gerçek olsa, sanıyorum burnu kısa ve normal hiçbir insan kalmaz,herkesin burnu acayip uzar .

               Çocuklar,daha pek minikken yalana başvurduklarında olumlu sonuç alıyorlarsa bu , onlarda giderek alışkanlık haline dönüşmeye başlar. Ailede anne,baba veya diğer büyüklerin yalan söylemesi halinde,büyüklerini rol model alan çocukların da yalana başvurmaları kaçınılmaz olacaktır.

               Biricik torunum Zeynep Ada’nın da zaman zaman bu yola başvurduğunu gözledim.Uyku vakti geldiğinde onu uyuması için yatağına koyduğumda hemen hüngür hüngür ağlamaya başlıyordu. Ancak, dikkatle yüzüne baktığımda gözlerinde hiç yaş olmadığını görüyordum. Ağlamasına dayanamayıp onu tekrar kucağıma aldığımda hemen mutlu mutlu gülümsüyordu. Bizden bir şey isteyip de vermediğimiz zaman yine o yalancı ağlama krizlerine tutuluyor,isteğini yerine getirdiğimizde ise hemen susuyordu. Onun bu numarasını annesi ve babasıyla sezip ağlamasına aldırmadığımızda,o artık amacına erişemeyeceğini anlayıp bizim isteğimizi yerine getiriyordu.Bence çocukların bu psikolojik durumunu her ebeveynin çok iyi gözlemesi ve buna göre tavır alması yararlı olur.

                Ben,yalan söylemenin sadece insanlara has bir olgu olduğunu düşünürken geçenlerde internette gördüğüm bir araştırma sonucu beni çok şaşırttı. Bu araştırmaya göre,Amerika’da doğan ve işaret diliyle yüzlerce kelime öğrenip konuşabilen dişi goril Koko bile başı sıkıştığında yalana başvurmuş.”Musluğu kim kırdı?” sorusuna yanındaki kedi yavrusunu işaret ederek: “Bu kırdı.” diye cevap vermiş.Masallarımızın kurnaz kahramanı tilki de aptal kargaya övgüler düzerek yalanlarıyla onu kandırıp amacına ulaşıyor. Günümüzde kurnaz tilki benzeri uyanık insanlar,insanların saflığından yararlanıp onları yalanlarıyla aldatarak çıkar sağlıyorlar.

                Bazen çok gerilere ,kendi çocukluk dönemimize gidiyorum.Biz de henüz küçük bir çocukken, kendi çıkarımız söz konusu olunca anne ve babamıza,çevremizdekilere yalan söylerdik. Ben,okuldan gelir gelmez sokağa,arkadaşlarımla oynamaya gitmek istediğim zaman,annem karnımın aç olup olmadığını sorduğunda,karnım çok aç olduğu halde tok olduğunu söylerdim. Annem, “ödevlerini yaptın mı?” diye sorduğunda,henüz yapmadığım halde, “Yaptım.” diye cevap verirdim.O gün canım ders çalışmak istemiyorsa “Bugün başım çok ağrıyor,hastayım.”diyerek kendimce bir kaçış yolu bulabilirdim.Akşam yatarken: ”Dişini fırçaladın mı?”,cevap hazır:“Evet”. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.Bunun, çocukluk yıllarında pek çok kişide sıklıkla görülen ve çok fazla yadırganmayan bir durum olduğunu,ancak giderek daha büyük yalanlar için altyapı oluşturduğunu düşünüyorum. 

                Yalanın,insanoğlunun yaratılmasından bu yana var olduğunu söylemiştim;ancak geçmişten günümüze yalanın tüm toplumlarda giderek daha yaygın ve sık olarak görüldüğünü söyleyebilirim.Bilim ve teknolojinin hızla gelişip değiştiği çağımızda insanoğlu daha muhteris,daha bencil,daha çıkarcı olmuş ve adeta maddi değerlerin esiri haline gelmiştir.İstediklerini elde etmek,daha zengin olmak,kısa sürede ilerleyip rakiplerini geride bırakmak tutkusu,insanoğlunu ister istemez yalan söylemeye yönlendiriyor,onu daha hırslı ve kural tanımaz hale getiriyor.Tabii bu arada bazı manevi değerlerin,inançların da giderek aşınıp yok olmaya başladığını  göz ardı etmemek gerek.

                Geçmişten günümüze toplumları temelinden sarsan ,insanlar arasında kin ve nefret duygularını arttıran yalan söyleme illeti,tüm kutsal dinlerde olduğu gibi dinimizce de en büyük günahlardan sayılmış ve insanların bu kötü huydan uzak durmaları,doğruluktan ayrılmamaları öğütlenmiştir.Yüce Allah,Kur’ân-ı Kerim’inde üç yüzü aşkın âyette yalandan kaçınılmasını emrediyor. Peygamberimiz de hadislerinde bizlere,yapacağımız işlerde ve söyleyeceğimiz sözlerde doğruluktan ayrılmamamızı öğütleyerek, ”Yalancılık,yoldan çıkmaya sürükler; kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında “Çok yalancı” (kezzab) diye anılır” diye buyurmuştur.

                Yalan ve yalancılık, günlük yaşamımızda çok sık karşılaştığımız bir olgu. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre insanların günde en az üç kere yalan söylediği ortaya çıkmış.Artık,atalarımızın dediği gibi yalancının mumu yatsıya kadar yanmıyor.Çok daha uzun süre yanıyor;hatta çoğu kez hiç sönmüyor. Çünkü, günümüzde artık yalan ve yalancı,eskiden olduğu kadar yadırganmıyor.Hatta beğenilip takdir ediliyor. Bir kişi söylediği yalanlar,yaptığı kurnazlıklar ve hileler sayesinde maddi ve manevi açıdan yükselmişse kimse onu kınamıyor,hatta “Ne uyanık adam,işini bileceksin kardeşim,fırsatları değerlendireceksin.” denerek örnek gösteriliyor ve o kişiden övgüyle söz ediliyor. Amiyane tabiriyle,”Köşedönücülük,aldatıcılık: in; doğruluk,dürüstlük: out olmuş.

                 Dinimize göre bir Müslüman’ın , sattığı malın bazı kusurları olduğunu bildiği halde onu satması haramdır.Bu satıcı,malını kusursuzmuş gibi gösterirse yalan söylemiş olur.Ancak,günümüzde bu ilkenin hiçbir geçerliliği kalmamıştır.Büyük alışveriş merkezleri,süpermarketler,satış mağazaları eleman alırlarken,kişilerin doğru sözlülüğüne,dürüstlüğüne değil,satacağı malı allayıp pullayarak karşısındaki müşteriyi ikna kabiliyetine, laf ebeliğine değer vererek işe alıyorlar. Aksi halde yukarıdaki becerilerden yoksun,saf bir kişinin işe alınması söz konusu olamaz. Söz buraya gelmişken şu önemli hususu zikretmeden geçemeyeceğim. Eskiden bir kişi için “Çok saf bir insandır.” dendiği zaman, onun doğruluğu,güvenilirliği akla gelirdi.Yani saflık,bir insan için olumlu bir değerlendirme,bir erdem idi. Şimdilerde ise saflık;aptallık ve alıklıkla eşdeğerde. Bu da giderek bazı değerlerimizi nasıl yitirdiğimizin kanıtı olarak değerlendirilebilir.

                 Geçenlerde reçete yazdırmak için yakınımızdaki aile hekimliğine gitmiştim.Salonda sıramın gelmesini beklerken,sekreter hanımın,önündeki bilgisayarda bir televizyon dizisini izlediğini fark ettim.Bu duruma hiç şaşırmadım desem yanlış söylemiş olmam.Çünkü bu ve benzeri görüntülerle her devlet dairesinde karşılaşmanız mümkün.Eminim ki o sekreter hanım akşam eve gittiğinde eşine ve çevresindekilere o gün çok çalışıp yorgun düştüğünü anlatacaktır. Örnekleri çoğaltabiliriz. Mesela,akşam birlikte olduğu arkadaşlarına sevgilileriyle yaşadığı aşkları ballandıra ballandıra anlatan genç bir adamın,evine gittiğinde eşine sarılarak: ”Canım benim,biricik aşkım!” sözleriyle sırnaşması ne derece inandırıcı olabilir?  Katıldığı bir eğlenceden gecenin geç saatlerinde dönen bir kişi ,sabah uyanamayıp işe geç kaldığında, yöneticilerine gerçeği söylese büyük sorunlar yaşayabilir. Bu yüzden bir yalan uydurmak zorunda kalıyor.

                  Dünyada en çok kullanıcıya sahip olan sosyal paylaşım sitesi facebook da konumuzun ilginç örneklerinden biri. Benim henüz üye olmadığım bu siteye üye olanlar,kendilerini hiçbir zaman oldukları gibi göstermiyorlar ve  kendilerinin hep olumlu yönlerini,başarılarını ön plana çıkarıyorlar. Eksik yönlerini, kusurlarını gizleyen bu kişilere güvenebilir misiniz?

                 Yazıma başlarken, konunun bu kadar uzayacağını doğrusu tahmin etmemiştim. Aslında bu konuda daha çok şeyler yazabilir,pek çok örnek verebilirdim. Ancak,okuyucularımın zamanlarını daha fazla meşgul etmemek ve sabırlarını taşırmamak amacıyla burada sonlandırmak istiyorum.İnsanların iyiliğine,hayrına vesile olacak,savaşları sonlandıracak,dargınları barıştıracak,eşlerin arasını bulmaya vesile olacak yalanlar hoş karşılanabilir,diye düşünüyorum. Herkese mümkün olduğunca yalanlardan ve yalancılardan uzak günler diliyorum.

18.1.13

SEVGİYE VARMAK...

       Çok bilinmeyenli bir denklem gibidir insanoğlu. Bir bakarsınız dünyadaki pek çok güzel esere,buluşlara,gelişmelere imzasını atmış; bir bakarsınız elinde en güçlü silahlarla genç-yaşlı,kadın-erkek ayrımı gözetmeden insanlara acımasızca ölüm yağdırıyor. İnsanları anlayabilmek çok zor.Eşref-i mahlûkat,yani yaratılmışların en mükemmeli olan insanoğlu,nasıl oluyor da güzel duygu ve düşüncelerinden uzaklaşıp vahşi,saldırgan bir yaratığa dönüşüyor?
      
        Günümüzde "Medya"adı verilen kitle iletişim araçları aracılığıyla, her gün insanların ülkemizde ve dünyanın değişik yörelerinde birbirlerini nasıl vahşice öldürdüklerini,insan haklarının nasıl hiçe sayılıp ayaklar altına alındığını dehşetle izliyoruz.Şöyle bir çevremize göz atalım.Öfkeli,çatık kaşlı,adeta birbirini incitmek,kırmak için fırsat kollayan insanlar...Karamsarlık hepimizin içine işlemiş.Hiçbir şeyden tat alamayan,doyumsuz,geçici zevklerde,basit eğlencelerde mutluluk arayan insanoğlu acaba nereye gidiyor?
Çoğu kez,"İnsanlar,giderek bazı güzel duygularını,erdemlerini yitiriyor mu acaba?" diye düşünüyorum.

      Uygar olmak,çağdaşlık,sadece bilim  ve teknolojide ilerlemek,modern araç ve gereçlere sahip olmak değildir kuşkusuz.Uygarca düşünen,birlikte yaşadığı insanlara,tüm varlıklara sevecen ve hoşgörülü davranan,onları asla incitmeyen,yüreği sevgi dolu olandır gerçek insan.Biz,sürekli olarak daha iyiye,güzele doğru kendimizi geliştirmedikçe uygar olamayız.Mutluluğa,barışa,özgürlüğe giden yol,sevgiden geçer.Önce kendimizi sevmeliyiz,kendimizle barışık olmalıyız ki ancak o zaman gerçek mutluluğa erişebiliriz.

      Çevremizde mutsuz,acı çeken insanlar varken biz bunlara duyarsız kalabiliyorsak,haksızlıklara karşı çıkmıyor,göz yumuyorsak hem kendimiz hem insanlık adına utanılacak durumlara düşeriz."Bana dokunmayan yılan,bin yaşasın." mantığıyla hareket etmek,insanlık dışı bir davranış biçimidir.Sevgileri,dostlukları paylaşmak,insan olmanın,insanca yaşamanın gereğidir. Kişilerin,olayların hep kötü yönlerini değil;iyi,güzel yönlerini de görmeliyiz.Aksi halde,şu yaşamaya değer dünyayı hem kendimize,hem de diğer insanlara zehir ederiz.
       Bu duygu ve düşüncelerle televizyonu açıyorum.Bir tartışma programı.Konuşmacılara bakıyorum.Yüzleri gerilmiş,gözlerinden şimşekler çakıyor.Adeta karşısındakini parçalamaya hazır yırtıcı bir kaplan gibi.Tartışma giderek karşılıklı hakaretlere,hatta el kol işaretleri ile birbirine saldırmaya kadar varıyor.Daha fazla dayanamayıp,"Henüz uygarca tartışmayı bile öğrenememişiz ne yazık ki..." diyerek televizyonu kapatıyorum.
Günlük gazetemi elime alıp şöyle bir göz gezdiriyorum.Beni iliklerime kadar ürperten bir haber:"İstediği kumar parasını alamayınca annesinin bileklerini kesti." Aklım bir türlü almıyor.Bir insan,kendisini doğuran,büyüten,üzerinde sonsuz hakları bulunan annesini nasıl incitebilir? Onun öpülesi ellerini nasıl kesebilir?

      Hayır,hayır!... Tüm olumsuzluklara,kötülüklere rağmen ben,yine de insanlardan,gelecekten umutluyum.Pırıl pırıl,çevresine sevgi kıvılcımları ,mutluluk parıltıları saçan,güler yüzlü gençler tanıyorum.Onlarla birlikte daha aydınlık,severek ve sevilerek yaşanan güzel günlere erişeceğimize inanıyorum.
                                                                                                               Dr. Aziz Birinci